Yurdum Bilim ve Felsefesi…


Felsefe nin özünde merak dolayısı ile de bilim vardır.

Bilimsel gerçekliklerle uyumlu düşünüşler yani rasyonel kuramlar geçerlilik gösterir. İlgi çeker, üzerine yeni fikirler söylenir.

Türkiye, kurulduğu günden bu güne eğitim ve bilim konusunda sınıfta kalmıştır.
Batılı eğitim derken, batılı düşünce ve aksiyon kuramlarından faydalanma derken, bunların çıkışları ve zenginleşmelerinden ziyade, batılı ve bizim aramızdaki toplumsal yaşama farklarının giderilmesini önemli sanmışlar.
Garip bir bakışla batı ve bizim aramızdaki geometrik şekil farkını gidermek gerektiğini düşünüp bu yönde adımlar atmışlar… Hatta bunu öyle abartmışlar ki şekil uyumsuzluğunu “idam” ile düzeltebileceklerini düşünüp, uygulamışlar…

Suçlu açık ve net olarak bellidir. Modern cumhuriyet’ i, batılı şekline girmekle elde edebileceğini sanan adamlardır. Bir fransız gibi giyindiğinizde bir ingiliz gibi çay içtiğinizde, dans ettiğinizde modern olabiliyorsanız, felsefe yapamazsınız!..

Felsefi bir bakışla, çünkü:
ulaşmaya veya ulaşılmasını sağlamaya çalıştığınız “şey” bilim ve düşünce zenginliği ise, bilim ve düşünce zenginliği tarafından reddedilen uygulamalarla gideceğiniz yer tam zıddı olacaktır. Zirve olarak kabul edilen merkez, kendisine ancak, kendisi ile çelişmeyen yolları kabul eder. Bu bağlamda, zirvesinde modern bilim ve düşünce zenginliği olan bir hususi yada umumi(tüzel) kişilik, zirvesi ile çelişen uygulama ve düşünce inhirafları sergiliyorsa hedefine asla ulaşamaz. Ya samimi değildir, zaten ulaşmak istediği yer orası(modern bilim ve düşünce zenginliği) değildir. Ya da henüz farkında değildir… Düşünceler zenginleştikçe(herşeye rağmen) kendisi ile çelişemeyecektir.[1]

Türkiye de güzel olarak algılanan “bilim, felsefe, modernlik” vb. kavramların içini doldurduğu “şey”, olmasını gerektiren “güzelliğe” sahip değil!.. Ve bu kavramlarla kendini ve uygulamalarını tanımlayanlar, o kavramları “anlaşıldığı gibi” aksettirmiyorlar.

Elbette felsefe basit bir şey değildir, keza herkesin derdi de değildir. Peki bu vb. kavramları iftiralara, kötülüğü, zalimliği ambalajlamaya, halk kitlelerini “belediyenin itfa memurlarına kuyruk sallayan köpekciklerden, bakıcılarının elini kopartan timsahlardan farkının olmadığı” bir akıl tutulmasına sokmak için kullananlara karşı, engellemek ya da en azından engellenemese de gerçeği seslendirmek, gerçeğin sesi olmak için bir çabada bulunmak çok mu yanlış olur?

Bu ülkenin büyük bir çoğunluğunun; tasavvufu “müslüm gündüz ve Ali kalkancı” ile özdeşleştirip sonrasında zihninde buna göre tasarımlar meydana getirip ve buna göre yorum yaparak anlamlandırdığını söylersek!..

Üstelik bırakın kasabı, manavı, üniversitelerin dahi “düşünmeyen”, şüphelenmeyen, kullandığı kavramın anlamının, öğrendiği bilginin doğruya yakınlığının farkındalığına sahip olmayan, başkaları tarafından kafasının içine tanımlanmış “en doğru”ları tüm kainat, devlet, sosyal hayat, tarih, ekonomi vs. herşeyi açıklamaya çalışırken farkına bile varmadan “zirve” olarak merkezine alıp, onunla çelişmeyecek şekilde fikirler üreten ve bu fikirleri fanatizm derecesinde sahiplenen insanlarla dolu olduğunu söylersek!..

Kavramlarla, sloganlarla, “vahy” etkisi oluşturup, bir nevi samirinin buzağısının manevi şahsını “tanrı” olarak sunan ilizyonistlere karşı
Hz.Musa olmak zor şüphesiz…

[1]Çelişememezlik!..

Yorum bırakın