Bir Âlem ki, Her Zerresi Birbirinden Haberdâr

informationKâinatta cârî hâdiseleri anlama ve yorumlamada; entropi ve enformasyon (bilgi) kritik kavramdır. Bu pencerelerden seyredildiğinde, varoluştaki hikmet ve güzellikler daha iyi açığa çıkar. Enformasyonun mânâsı; saklanan, işlenen ve göndericiden alıcıya iletilen veri veya mesajdır. Enformasyon dâima gönderici ve alıcıyı, bir şifreleyici ve şifre çözücüyü ve iletişim dilini gerektirir. İletişim dili; kelime veya sayıları temsil etmek, mânâlı bütünler oluşturmak için sinyallerin belirli kurallara göre kümelenmesidir. Bu yüzden radyo ve televizyon sinyalleri, her milletin lisanını kodlar ve taşır. Benzer şekilde, biyo-kimyevî molekül olan DNA’da canlı organizmaların plân ve programı kodlanmaktadır. Dolayısıyla hücrede genetik ve protein bilgileri, birbiriyle bağlantılı olarak kullanılır. İçlerindeki enformasyonu kullanan ve aktaran bir kütüphane olan tohumlar da, sonraki nesilleri inşa etmede kullanılacak enformasyon sistemiyle donatılmıştır. Eşeyli üreyen canlılarda sperm ve yumurtaya konulan enformasyonla zigot oluşturulur ve yavru inşa edilir. Okumaya devam et

Tesadüf Ve Kaos

Bir teorik fizikçi olan David Ruelle’in kaleme aldığı 1991 basımı ‘Tesadüf ve Kaos’ adlı kitap, son günlerde Amerika’da okunması tavsiye edilen ilmî kitaplardan biridir. Yazar bu kitabında ‘tesadüf ve belirlilik’ (chance and determinizm), ‘başlangıç şartlarına hissi bağımlılık’ (sensitive dependence on inital conditions), ‘girdap’ (turbulance), ‘garip cezbediciler’ (Strange attaractors), ‘Kâinatta geri dönümlülük ve karmaşıklık’ (complexity), gibi konuları işleyerek yaptığı girişten sonra, ‘kaos’ mevzuunu ele almakta ve nihayet, genler ve taşıdıkları bilgi hakkında ilgi çekici yorumlarda bulunmaktadır.

MATEMATİK VE FİZİK TEORİLERİ NEDİR?
Kitabın bir bölümünde matematik ve fizik teorilerini ele alan yazar, matematik teorileri arasındaki uyumu şöyle izah etmektedir:

‘Çok farklı matematik teorileri arasında ilgi çekici münasebetler vardır. Bir teori içerisindeki kavramlar başka bir matematik teorisi içinde açıklama bulabilir ve bu durum, yeni, faydalı ve daha başka bakış açılarına kapı açar. Matematikte derin bir Vahdet’(unıty) vardır”

Okumaya devam et

Kuantum Fiziği ve Bediüzzaman

Yakın geçmişte sık sık reklamlarda izlediğimiz bir İngilizce dersi sahnesi günlük hayatımıza ait bazı değerleri ve hayata bakışımızı sorgular özellikler taşımaktadır. İngilizce dersinde yaşlıca bir bayan öğretmen telefonu göstererek öğrencisine bunun ne olduğunu sorar. Öğrenci banka olduğunu söyleyince öğretmen şaşkın ve hayretler içerisinde bir bakışla sorusunu tekrarlar. Yine aynı cevabı alınca öğrencinin dalga geçtiğini düşünerek onu ciddiyete davet eder. Ancak öğrenci telefonun başına geçip çevirdiği numara ile telefonun banka fonksiyonu gördüğünü ispatlar ve hocanın dünyadan haberi olmadığını ifade ile sınıfı terk eder. Başka bir nesneyi göstererek öğretmenin sorduğu soruya diğer öğrencinin verdiği cevap ilginçtir “Valla hocam ne desem bilmem ki?”

“Ne desem bilmem ki?” çok muğlak, fazla bir anlam ifade etmeyen bir cevap belki ama eşyanın özünde var olan belirsizliği, sebep sonuç silsilesinin işleyişinde net ve belirgin olan geçişlerin, tek düze işleyişin temelindeki kaosu ve muğlaklığı ifade ediyor. 20. yüzyılın başlarında insanlığın yaşadığı en önemli gelişmelerden biri, Quantum fiziği ile tanışmak oldu. Atom içi alemi makro alemden edindiği yaklaşımlar ve buranın bilgi teçhizatı ile anlamaya çalışan insanoğlu, her soruda ayrı bir şaşkınlık yaşadı. “Bu nedir?” sorusuna bulunan cevap “hem dalga, hem tanecik; ne dalga ne tanecik” oldu. Bir şeyin ya dalga ya da tanecik olması gerektiğini, aynı anda hem dalga hem tanecik olamayacağını düşünen insan için bu, çok şaşırtıcı ve anlaşılması güç bir durumdu. “Nerede?” sorusuna cevap “momentumu belli değilken yerini bilebiliriz; aksi taktirde bilinmesi mümkün değil” idi. Yani “Heisenberg Belirsizlik Prensibi” atom içi varlıkların yeri hakkında da bir muğlaklık getiriyordu. “Ya oradadır ya değildir! Bakarsın, eğer görmüşsen oradadır, görmemişsen değildir.” yaklaşımına çok ters bir durumdu. Sonra, bakmak da çok şey ifade etmiyor, çünkü, bu alemde gerçekler gözlemciye göre şekilleniyordu. Gözlemcinin şekillendirdiği gerçekle, objektif gözlem ve bilimin objektifliği de gerçekliğini yitiriyordu.

Okumaya devam et